Bay Riçard'ın bahçıvanı Villiam, kendisine 30 yıl boyunca sadakatle hizmet etmişti. Villiam, malikanenin bahçelerini büyük bir titizlikle bakmış, her çiçeği ve ağacı sevgiyle yetiştirmişti. Ancak, Villiam'ın vefatı Bay Riçard ve malikanedeki herkes için büyük bir kayıp oldu.
Villiam'ın cenaze töreni, mezarlıkta sade bir törenle gerçekleştirildi. Bay Riçard, bu törende derin bir hüzünle yer aldı. Bay Riçard, yetmişlerinde İngiliz kökenli, Amerika'nın ünlü bir ressamıydı. Eserleri dünya çapında tanınan ve beğenilen Bay Riçard, renklerle ve fırça darbeleriyle adeta büyülü dünyalar tasvir ediyordu.
Ancak, hayatı bir gün trajik bir şekilde değişti. Bir trafik kazasında hem eşini hem de gözlerini kaybetti. Artık karanlık bir dünyanın içine mahkum olmuştu. Görememek, onun için sadece resim yapmayı değil, aynı zamanda sevdiği her şeyi kaybetmek demekti. Kendisi fazla konuşmazdı.
Sağ kolu olan Mark ve onun hanımı Margaret, konakta beraberinde yaşıyorlardı. Mark, Bay Riçard’ın günlük işlerini ve malikanedeki düzeni sağlarken, Margaret evin işlerini ve sosyal düzenini yürütürdü.
Bay Riçard uzun bir masada oturmuş yemek yiyordu. Sabırla bir yere bakıyor, kimse onun ne düşündüğünü bilemiyordu çünkü yüzünde hiçbir ifade yoktu. Şeker hastası olduğundan çok sıkı bir diyetteydi ve sadece sebzeler yiyordu.
O kadar malı ve mülkü olmasına rağmen ne gözlerini iyileştirebiliyor ne de afiyetle bir yemek yiyebiliyordu. Dışardan bakıldığında ise zengin bir adam gibi görünüyor, her şeyi var sanılıyordu. Halbuki, bütün servetini o gözleri için verebilirdi ama doktorlar onun için mümkün olmadığını söylemişlerdi.
Evet, bilim, yeri geldiğinde bir gözü düzeltmekte veya değiştirmekte aciz ve çaresiz kalabiliyor. Ancak Cenab-ı Allah ise yoktan var ediyor. Bir meniden ne mucizevi aletler etrafımızda oluşuyor. Sadece bir gözün şükrünü ne kadarını eda edebiliyoruz?
Bay Riçard'ın bu sessiz ve yalnız dünyasında, her şey dışarıdan göründüğü gibi değildi. Zenginlik ve lüks, ona huzur ve sağlık getiremiyordu. Gözlerini kaybettikten sonra, hayatın ona sunduğu tüm güzellikler bir anda karanlığa gömülmüştü. Eskiden resim yaparken aldığı zevk, şimdi yerini derin bir boşluğa bırakmıştı. Artık sadece anılarında yaşayan renkler ve şekiller, onun hayal dünyasını süslüyordu.
Yemeğini yavaşça yerken, masadaki zili çaldı ve Mark'ı yanına çağırdı. Mark Bay Riçard'ın yanına geldi.
"Evet, Bay Riçard?" diye sordu Mark, dikkatle onun ne söyleyeceğini bekleyerek.
Bay Riçard'ın oğlu yoktu, bu yüzden Mark'ı oğlu gibi görüyordu. Yalnız farkında olmadığı bir şey vardı; Mark bu durumu kendi çıkarları için kullanıyordu. O da oğul rolü yaparak, sinsi bir yılan gibi BayRiçard'ı sarmış ve onun ölmesini bekliyordu. Bütün amacı mirasına konmaktı.
Hırs, Mark'ın içindeki canavarı besleyen bir zehir gibiydi. Çünkü hırs, insanın içindeki canavarı besler. Hırs, kulun kalbini karartır. Hırs, insanı insanlıktan çıkarır ve insana düşman eder. Nefsin bir oyunudur.
Ertesi gün Mark, hızla harekete geçerek en iyi bahçıvanı bulmak için araştırmalara başladı. Günlerce çeşitli adaylarla görüştü, referanslarını kontrol etti ve en uygun kişileri topartladı. En son kararı bay Riçard vericekti. Bir hafta içinde birçok aday başvurdu. Bir an önce birisi seçilmeliydi çünkü bekleyen çok iş vardı.
Mark, 10 kişiyi seçti ve Bay Riçard onları çok sıkı bir kriterle değerlendirdi. Sekiz kişi başarılı olamadı, geriye iki aday kaldı. Bay Riçard, sondan bir önceki adayı mülakata aldı ve birkaç soru sordu, ancak cevaplardan memnun kalmadı. Gerçekten tutku arıyordu. Kimse neden bu işi yaptığını net bir şekilde açıklayamıyordu.
Bay Riçard, adama baktı ve ellerini uzatmasını istedi. Ellerini hissetti. Adam, ne olduğunu anlamadı.
"Bu eller bir bahçıvanın elleri değil. Kaç sene çalıştığınızı söylediniz?" diye sordu
"10 sene tecrübem var," dedi adam.
"Bilginiz iyi, fakat bilgiye karşı 10 senelik eller değil bunlar," dedi Bay Riçard.
Adam sonunda itiraf etti; meğer geçmişte bir enstitüde bahçecilik üzerine öğretmenlik yapmış. Tecrübesi de kendi bahçesindeki deneyimlerden başka bir şey değilmiş.
Bay Riçard teşekkür etti ve dürüstlüğün onun için gerçekten önemli olduğunu belirterek adamdan gitmesini rica etti.
Şimdi geriye sadece son aday kalmıştı. Mark, son adayı getirmek için harekete geçti. Bay Riçard, bu kez gerçekten işini seven ve tutkuyla yapan birini bulmayı umuyordu. Son aday odaya girdiğinde, Bay Riçard son mülakatına hazırlandı.
Adam içeri girdi. Siyahi afrika kökenlidi , uzun boylu ve yapılıydı. Saçları hafifçe ağarmıştı. Yüzünde ufak bir tebessüm vardı.
Mark, bu adamdan hiç hoşlanmadı, hatta rahatsız oldu. Kendisiyle sadece telefonda görüşmüştü, yüzünü ilk defa görüyordu. Görseydi onu seçmezdi.
Bay Riçard, masasının arkasında ciddi bir şekilde oturuyordu. Kendisini tanıttı, "Adım Kerim, Bay Riçard, tanıştığımıza çok memnun oldum," dedi ve elini uzattı. Mark, kulağına, "Kendisi görmüyor," diye fısıldadı, sanki Kerim'i küçük düşürmek ister gibiydi.
Sonra hemen, "Pardon, özür dilerim," diyerek elini çekti. Bay Riçard, "Otur, Kerim," dedi.
Kerim, nazikçe oturdu ve Bay Riçard'ın sorularını bekledi. Bay Riçard, derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı.
"Kerim, az çok özgeçmişini bana Mark okudu. Bunları geçelim ve hemen sadede gelelim. Bana neden bu işi yapmak istediğini anlatır mısın?" diye sordu Bay Riçard, ciddi bir ses tonuyla.
Kerim, duraksamadan cevap verdi. "İlk önce Bay Riçard, ben bu mesleği yaklaşık sekiz senedir yapıyorum."
Bay Riçard hemen sözünü kesti. "Size ne kadar süredir yaptığınızı veya tecrübenizi sormadım, neden yaptığınızı sordum," dedi.
Kerim bu durumdan pek hoşlanmamıştı. Halbuki sorunun cevabı tecrübesiyle alakalıydı. Bu yüzden kararlı bir şekilde Bay Riçard'a cevap verdi.
"Yalnız, sorunun cevabı baştaki yaşadığım tecrübelerin içinde saklı. Anahtar tecrübelerimde. Onun için lütfen sözümü kesmeyin. Soru sordunuz, lütfen cevap vermeme fırsat verin," dedi.
Bay Riçard'a ilk kez biri bu şekilde konuşmuştu. İçinden, "Bu adam kesinlikle yalakacı değil dedi," diye düşündü. Sözleri dürüst ve samimiydi; işte buradan gol attı, diye düşündü. Aslında, kendini test ediyordu.
"Devam et," dedi Bay Riçard, merakla Kerim'in anlatacaklarını bekleyerek.
Kerim devam etti. "Ben aslında bir fotoğrafçı olarak çalışıyordum. Çok hırslıydım ve daima zenginlik için çabalıyordum. Kendime küçük bir şirket açmıştım. Aslında fotoğraf çekmekten hoşlanıyordum ama daima gözüm yükseklerdeydi. Kanaat nedir bilmiyordum. Ta ki bir gün ablam hastalığa yakalandı.
Onun ölümü beni çok etkiledi. İnsan en yakınını kaybedince başka türlü etkileniyor. Sabaha karşı ölüm haberi gelmişti. Hastaneye uğradığımda yatakta yatıyordu. Gözleri hafif açıktı. Onun göğsünde hıçkıra hıçkıra ağlamıştım. İlk defa bir ölünün, ablamın, bedenine başımı yaslamıştım. Bunun ablam olacağını hiç düşünemezdim.
Gözlerindeki ruhsuz halini hâlâ hatırlıyorum; insanoğlundan ruh çekildiğinde resmen gözlerinin içinden anlıyorsun sanki. Hatta ölü bir hayvanın bile gözüne bak onda bile görürsün. İnsanların içinde ilk defa ağlamıştım.
Bir erkek için ağlamak zor bir şey ama o gün hiç utanmadım.
Bir gün şehirde dolaşırken, bütün binalar bana boş gelmeye başladı. Eskiden onlara gururla bakardım ama şimdi bana bomboş geliyorlardı. Her yokluktan varlığa gelip, bir şekilde yok olup gidiyordu bu hayatta. İşte ondan sonra hayatımı sorgulamaya başladım. Birçok soru aklıma geldi ve bunların cevabını aradım."
Bay Riçard, Kerim'in cevaplarını zevkle dinliyordu. Çünkü ortak bir noktaları vardı: ölüm ve birçok soru. O da eşini kaybetmişti ve en sonunda bahçıvanını. Herkes Kerim'in dediği gibi yokluktan geliyor, görevini tamamlıyor ve gidiyor. Ama nereye gidiyorlar? Gittikleri bir yer var mı? Neden geliyoruz? Bir yaratıcı gerçekten var mı?
Kerim devam etti, "İşte bu araştırmalarımın cevabını İslam'da buldum. Daima okudum. Meğerse insan oğlunun en büyük düşmanı cehaletmiş. Işık aramak, cehaletin karanlığından kurtulmak demektir.
İnsan, en güzel surette, yani "ahseni takvim" olarak yaratılmıştır. Ancak, ona verilen birkaç manevi cihazlar vardır; bu cihazları geliştirip kullanmazsa, insan ruhen yeşeremez ve yükselemez. Cehalet, insanı aşağıların aşağısına düşürür, yani "Esfel-i Safilîn" durumuna düşer. İlim ise, insanı yücelten ve değerli kılan bir hazinedir. Cehaletin karanlığında kaybolan insan, ilim ışığıyla aydınlanır ve hakikati bulur.
Daha çok ilimimi tamamlamak için Suudi Arabistan'a gidip oradaki özel hocalardan ders aldım. Yaklaşık 8 sene orada kaldım. Bahçıvanlıkla uğraştım ve geri döndüğümde bahçıvanlığa devam ettim.
Şimdi sorunun cevabına geliyoruz. Her gün bir aşkla kalkıp bu işi devam etmemin sebebi şudur Bay. Riçard. Her çiçek, ağaç, hatta onun içindeki hayvanlar, mesela kuşlar, arıları seyretmek bana zevk veriyor.
Hem ahiret için farz olan ibadetlerimi yapıyorum derken Allah için çalıştığım için, ibadet hükmüne geçiyor ve sürekli hep tefekkür içindeyim yani düşünüyorum. Nakış nakış desenleri, sanki bir kalem veya fırçalardan hepsi çizilmişti. Hepsinin de değişik değişik karakterleri var çünkü hepsi Allah'ın isimlerini ve sifatlarını bir şekilde temsil ediyor.
Mesela gülün başındaki başka bir ismi ve dikeni ise başka bir şeyi temsil ediyor. Mesela yaprakları el-Cemîl (Cemal Sahibi) temsil ederken dikeni ise el-Qahhâr (Her Şeye Galip Gelen) temsil edebilir.
Zaten görevlerimizden biri bu isimleri ve sifatları anlamak ve hayatta onun isimlerini her şeyde okumak. Biz Cenab-ı Allah'ı bu şekilde tanırız ve biliriz.”
Bay Riçard, bu cevaplardan çok etkilenmişti. Daha fazla duymak istiyordu ama aynı zamanda içindeki nefsi bundan hoşlanmıyordu ve onu yanlış olduğunu kanıtlamak istiyordu. Bu, Bay Riçard için bir meydan okumaydı. Ya Kerim'i haksız çıkaracaktı ya da belki de teslim olacaktı.Kerim'in içtenliğini ve samimiyetini hissederek başını salladı.
"Bu, duymak istediğim cevaptı," dedi. "William'ın mirasını senin ellerine emanet etmekten mutluluk duyarım."
Kerim, Bay Riçard'ın bu sözlerinden memnuniyet duydu. "Teşekkür ederim Bay Riçard. Size ve bu bahçeye en iyi şekilde hizmet edeceğimden emin olabilirsiniz.
Ertesi gün Bay Riçard, beyaz bastonunu kullanarak bahçesinde Kerim'i arıyordu. Kerim'in bahçedeki kesme seslerini duyuyor ve ona doğru ilerliyordu.
Daha önceki konuşmalarının etkisi altındaydı; Kerim'i göremiyordu ama hissedebiliyordu.
Görme engelli olan insanların diğer duyularının gelişmesi bir mucizeydi. Bu duyular arasında duyma, dokunma, tatma ve koku gibi hisler bulunuyordu.
Kerim'e ulaştı ve selam verdi.
“Günaydın Kerim, ilk gün erkenden işe atılmışsın bakıyorum,” dedi Bay Riçard.
Kerim gülümseyerek, “Evet Bay Riçard, sabah namazından sonra ilk işim işe koyulmak oldu. Sabahın bereketi vardır,” dedi.
Bay Riçard, parktaki banklardan birine oturdu. Bir an sessizlik oldu, Kerim bahçeyle uğraşmaya devam ediyordu. Bay Riçard'ın yüreğinde dolanan sorular ise içini kemiriyordu. Konuyu açmak istiyordu ama nasıl yapacağını bilmiyordu. Gurur meselesi de işin içindeydi. Artık dayanamayıp konuyu açtı.
“Sen çok akıllı birisine benziyorsun Kerim. Bilim varken nasıl göze görünmeyen bir varlığa inandığını anlayamıyorum, hatta hayret ediyorum. Yanlış anlama, seni küçümsemek istemiyorum. Sadece mantık olarak anlamaya çalışıyorum,” dedi.
Kerim, Bay Riçard'ın yüzündeki ciddiyeti ve merakı fark ederek hafifçe gülümsedi. Elindeki makası bırakıp Bay Riçard'ın yanına oturdu.
“Bay Riçard,” dedi Kerim yumuşak bir sesle, “inanmak için her şeyi görmek gerekmiyor. Bazı şeyler hissedilir, kalple anlaşılır. Allah'ı görmesek de varlığını hissetmek, onun yarattıklarına bakarak anlamak mümkündür. Görmek isteyen bir gülü bile koklar; o bile insanı Allah’a götürür.
Bakın, siz benim varlığımı hissederek buraya geldiniz. Aynı şekilde, şu an bu bahçeye birisi gelse, burada yapılan işleri görüp birisinin burada daha önce bulunduğunu anlar. Bilim ise bize evrenin nasıl işlediğini gösterir ama nedenini, arkasındaki büyük gücü açıklamaz.
İman, bu büyük gücü kabul etmek ve ona güvenmektir. Hem iki şeriat vardır insan oğlu için: biri Kur'an ve sünnet, diğeri ise kainat kitabı.
Şu gördüğümüz tüm bilim dalları kainat kitabının içine giriyor ve hatta Kur'an'ı tamamen anlamak için bu bilimleri bilmeliyiz.”
Mark, Bay Riçard ile Kerim'i gördü. Onlara yaklaştı ve bir çalının arkasına saklanarak konuşmayı dinlemeye başladı.
Kerim devam ediyordu:
“Aslında ben de size şaşıyorum doğrusu. Siz ünlü bir sanatçısınız. Bu kadar tablo yaptınız; hiç mümkün mü bir tablo kendiliğinden çizilsin?”
“Ne demek istediğinizi pek anlamadım,” dedi Bay Riçard.
“Bakın Bay Riçard, size ne demek istediğimi beraber bir hayal dünyasına girerek anlatacağım ama mutlaka konsantre olmanızı istiyorum, hazır mısınız?”
Bay Riçard “evet” dedi
“Şu an geniş bir galerinin içinde dolaşıyoruz. Duvarlarda boş tuvaller var. Yanımızda bir masa ve üzerinde boyalar bulunuyor. Arkamızı döndüğümüzde ünlü sanatçıların tablolarını görüyoruz, aklınızda birkaç tablo canlandırın.
Şimdi geri dönün ve bu boş tuvallerin üzerine kutudaki boyaları atalım. Hiç arkadaki tablolar gibi düzenli oldu mu?
Asla olamaz. İşte kainatın sadece atom parçacıklarından oluşma iddiası buna benzer. Olması için ilim, irade, kudret ve hikmet gerekir. Bunu da ancak insan aklı yapabilir, düşüncesiz bir şekilde olamaz. İlk önce belirli bir ilmimiz olmalı, ardından irade ile bir tablo yapmayı istemeliyiz, gücümüzden yani elimizden çizmeliyiz. Ve hikmet olarak bir amacı olmalı.
Şimdi, Bay Riçard, geri dönelim ve bir tırtılı canlandıralım. Bakın, tırtılın güzelliğine. Bu tırtıl, sanki doğanın bir mücevheri gibi parlıyor. Vücudu parlak yeşil renkte, üzerine siyah ve sarı çizgilerle adeta bir sanat eseri gibi işlenmiş. Sarı ve siyah şeritler, tırtılın her halkasında muntazam bir düzenle sıralanmış. Bu renkler, onun doğada kamufle olmasını sağlarken, aynı zamanda potansiyel tehlikelere karşı bir uyarı görevi görüyor olabilir. Her bir halkasında dikkatle yerleştirilmiş siyah noktalar var. Bu noktalar, sanki tırtılın bedenine işlenmiş küçük mücevherler gibi parlıyor.
Doğadaki her canlı gibi, bu tırtıl da Allah’ın hikmetinin ve sanatının bir göstergesi. Renkleri ve desenleriyle sadece hayranlık uyandırmakla kalmıyor, aynı zamanda ne kadar karmaşık ve muhteşem bir yaratılışa sahip olduğunu da gözler önüne seriyor.
Şimdi tırtıl bir koza olur, karanlığın içinde. Bir kelebek olacak ama bunun farkında değil. Daha güzel bir şeye dönüşeceğini bilse de, şu an haberi yok.
Bakın, görüyor musunuz Bay Riçard, kainat kitabından bir şeyi aslında okuduk. Şu kelebeğin hali de bir insanın hali gibi. Bazen Cenab-ı Allah da bizi karanlığın ve sıkıntının içine atar ama aslında biz de bu karanlığın içinde gelişiyoruz. Daha güzel bir şeye dönüşebilmek için."
Kerim, başka bir tuvaldeki kelebeğe bakarak devam etti: "Şimdi başka bir tuvalde kelebeye bakalım. Bakın, ne kadar güzel. Az önce gördüğümüz tırtılın geçirdiği inanılmaz dönüşümün son hali. Yeni doğmuş bir kelebek, kanatlarını açarak dünyaya merhaba diyor."
Kerim, kelebeğin detaylarını hayranlıkla tarif etmeye devam eder: "Kanatları parlak sarı renkte, üzerlerinde siyah desenler ve mavi, kırmızı benekler var. Her bir çizgi ve nokta, sanki özenle yerleştirilmiş gibi. Kanatlarındaki bu renk ve desenler, sadece güzellik katmakla kalmıyor, aynı zamanda doğada ona koruma sağlıyor. Düşmanlarını kandırmak için adeta birer maske gibi işlev görüyor."
Kerim, kelebeğin koza içerisinden çıkış anını ve sonrasındaki güzelliği de ekledi:
"Kozadan çıktıktan hemen sonra, kanatlarını yavaşça açıp kapatarak kurutuyor. Bu an, doğanın en büyüleyici sahnelerinden biri. Bir tırtılın, böylesine muhteşem bir kelebeğe dönüşmesi gerçekten mucizevi bir olay,sanki yeniden çizilmiş gibi farklı yerlere yerleştirildi.”
Kerim, kelebeğin doğadaki rolüne de değindi: "Kelebekler, sadece güzellikleriyle değil, aynı zamanda doğanın döngüsündeki rolleriyle de önemli. Çiçekleri ziyaret ederek polen taşırlar ve bitkilerin çoğalmasına yardımcı olurlar. Bu küçük varlıklar, ekosistemin sağlıklı işleyişinde büyük bir rol oynar."
Kerim, ardından Bay Riçard'a dönerek ekledi: "Şimdi Bay Riçard, bu çizilen tablo imzasız hiç olur mu? Geri kalan tuvallere hayalinizdeki hayvanları, hatta dünyadaki istediğiniz ne varsa çizebilirsiniz"
Bay Riçard, tüm geri kalan tuvallere hayalindeki hayvanları, bitkileri hatta dünya dışındaki gezegenleri birer birer yerleştirdi ve hayretle hepsini izledi.
Hepsinin imzası Allah diyordu. İnkar edilecek gibi değildi ama kalbi kabul etmek istemiyordu. İnsan oğlu iki türlü inkar eder: biri küfrü inat. Ne kadar delil koyarsanız koyun, bu kişiler inatlarından dolayı kabul etmezler. Yalnız, Bay Riçard'ın inkarı küfrü inattan ziyade cehaletten kaynaklanıyordu.
İnsan aynı zamanda bilmediği şeyin düşmanıdır. Bay Riçard'ın çok önemli bir manevi aracı vardı: vicdanı. Vicdanı ölmemişti. Vicdan ve akıl, insanın kalbini uyandırmak içindir.
Cenab-ı Allah dilediğinde ve nurunu yerleştirdiğinde, hakikatleri kalbiyle görmeye başlar. Bazen düzenli bir toplum içinde, tıpkı bir tarla gibi düşünebiliriz; bazen de rüzgarda savrulan bir tohum gibi olur. Ancak her ikisi de Kur'an'ın suyu ile sulandığında yeşerir ve gelişir. Tıpkı ünlü sanatçı Yusuf İslam'ın hayatında olduğu gibi.
Şunu hiç bir zaman unutmayalım; o rüzgarda savrulan tohum da Allah'ın hakimiyetindedir. Allah, dilediğine hidayet verir.
Bay Riçard ayağa kalktı. "Kerim, bugünkü konuşmaların için teşekkür ederim," dedi ve evine doğru gitti.
O giderken Kerim onu gözleriyle izliyordu; garip bir hali vardı. Sonra gözünün köşesinde, çalıların arasından çıkan Mark'ın Bay Riçard'ı takip ettiğini gördü. Artık Kerim, Mark'tan şüphelenmeye başlamıştı; sinsi karakterine şahit olmuştu.
Bay Riçard, kütüphanesine girip bilgisayarına seslendi başlaması için. Bilgisayarı, Bay Riçard'ın sesinden çalışıp hareket ediyordu. Bay Riçard, yapay zekasına bağlanarak, Kerim'in söylediklerini soru olarak iletti ve yapay zekadan bu bilgileri yanlışlamasını istedi. Ancak yapay zeka doğru düzgün bir cevap veremedi.
Mark, Bay Riçard'ı hâlâ izliyordu. Bir müddet sonra Bay Riçard, tevekkül denizine daldı ve düşüncelerinin ardından koltuğun üstünde uyuyakaldı.
Mark, mutfağa kızgın bir şekilde girdi. Hanımı Margaret yemek pişiriyordu. Masaya elini vurdu.
"Lanet olası adam nereden geldi!" dedi.
Margaret, korkuyla gözleri faltaşı gibi açılmış halde, Mark'ın neden bahsettiğini anlamadı. "Kim?" dedi.
Mark, "Oda kim olacak, yeni bahçıvan," diye cevap verdi.
Karısı, "Ne oldu ki?" dedi.
Mark, "Ne mi oldu, ne olmadı ki? Bay Riçard ile muhabbetleri gün geçtikçe artıyor," dedi.
Mark bunları konuşurken, Kerim koridordan geçiyordu ve Mark'ın sözlerini işitiyordu.
"Bu kadar emeğime karşılık Bay Riçard'ı asla elimden alamayacak. O benim tahtım," dedi.
Sonra durakladı ve aklına şeytanca bir fikir geldi. "Buldum," dedi.
Margaret, "Neyi buldun?" dedi.
Mark sinsi planını anlattı, Margaret’in gözleri şaşkınlıkla açıldı.
“Bunu yapamazsın,” dedi.
“Evet, yapacağım,” diye cevap verdi Mark. “Ve böylece suçu Kerim’in üzerine atmış oluruz, aynı zamanda Bay Riçard'dan da kurtulmuş oluruz.”
Bu sırada, Bay Riçard kütüphanede halen uykudaydı. Rüyasında geniş bir galeride yürüyordu. İnsanlar hayret içinde durmuş, tablolara bakıyorlardı. Tabloların hepsi Bay Riçard’a aitti. Bir grup, bir rehberin peşinden gidiyor ve rehber her bir tabloyu detaylıca anlatıyordu.
Bay Riçard, bu adamı dinliyordu; rehber tüm resimleri hayranlıkla anlatıyor ve resimlerdeki hikmetleri açıklıyordu, ancak kimin yaptığını söylemiyordu. Hatta her seferinde, “Bu tablonun nasıl yapıldığına dair bir bilgimiz yok, ama araştırıyoruz,” diyordu.
Bay Riçard, artık kendini tutamadı ve adama haykırdı.
“Bunlar hepsi benim eserim!” dedi
Hiç kimse kendisini dinlemiyordu, sanki işitmemiş gibiydiler. Hiç kimse ona dönüp bakmıyordu.
Adam tekrar konuşmaya devam etti, bu durum Bay Riçard’ı daha da öfkelendirdi. Bu sefer daha yüksek bir sesle herkese bağırdı:
“Bunların hepsi benim eserlerim, duymuyor musunuz? Altında hepsinin benim imzam var, görmüyor musunuz? Neden görmüyorsunuz ve ismimi zikretmiyorsunuz?”
Bazıları ona dönüp gülmeye başladılar, tıpkı dünyadaki insanlara hakikati anlatıp da gülüp geçen insanlar gibi.
Allah kimseyi o duruma düşürmesin. Aslında insanın kendisi kendini o duruma düşürüyor. İnsanda akıl denilen bir şey kalmadı mı, artık hakikatler ona görünmez olur. Zeki olabilir, ama akıl bambaşka bir şeydir. İnsan zeki olmayabilir ama akıllı olabilir. Tam tersi de olabilir.
Tarihte bilim insanlarından inananlar da oldu ve çok zeki olup da inanmayanlar da oldu. Onun için Cenab-ı Allah akıl nurumuzu korusun.
Hz. Nuh, Allah'ın emirlerini tebliğ etmek için 950 yıl boyunca büyük bir sabırla mücadele etti. Bu süre zarfında kavmine sürekli olarak Allah’a iman etmelerini ve putperestlikten vazgeçmelerini söyledi. Ancak çevresindeki insanlar genellikle akılsız ve inatçıydı. Onun çabalarını küçümsediler, onunla alay ettiler, onu taşladılar ve dövdüler.
Hz. Nuh’un kavmi, onun Allah’ın elçisi olduğunu kabul etmeyi reddetti ve sürekli onunla alay etti. Ancak Hz. Nuh, bu zorluklara rağmen yılmadan tebliğ görevine devam etti. Her fırsatta kavmini doğru yola çağırdı, onları uyardı ve Allah’ın merhametini hatırlattı. Bu uzun süre boyunca çok az sayıda insan ona iman etti, genellikle bu sayı 80 kişinin üstünde olarak belirtilir
Hz. Nuh, sabrı ve kararlılığı ile Allah’ın mesajını iletme görevini en iyi şekilde yerine getirdi. O, bu zorluklara rağmen inancından vazgeçmedi ve kavmini uyardı. Bu az sayıda iman eden insanla bile, Hz. Nuh başarılı bir peygamberdi.
Cenab-ı Allah, Hz. Nuh’a gemi yapmayı emretti ve o da bu emri yerine getirdi. Bu sıradan bir gemi değildi; çok büyük bir mesuliyetti. Ancak Cenab-ı Allah’ın yardımıyla emirlerini yerine getirdi ve tufanın içinde herkes boğulurken, iman gemisinde olanlar kurtuldu.
Biz de şu an bu Deccaliyet sisteminin içinde, küfür ve şirkin içinde boğulacak mıyız? O zaman olduğu gibi, şirkin içinde mal ve mülke, şöhrete tapmayı mı tercih edeceğiz, yoksa Kur’an gemisine binip kurtulacak mıyız?
Bay Riçard artık dayanamayıp, arkasını dönük olan rehberin yanına doğru yürüdü ve elini tutup onu çevirdi. Yüzüne baktığında gördüğü kişi kendisiydi. Bay Riçard hayret ve şaşkınlık içindeydi.
“Ne oldu Bay Riçard, şaşırdın mı? Evet, ben senim.Tüm sergileri gördüğün halde, bütün dünyadaki güzelliklerin esas sahibini inkar eden sen değil miydin?. Bak, aynısı sana yapılınca nasıl da öfkelendin? Senin gibi birçok insan bu imtihan dünyasında başarısız olarak geri döndüler.
Kimileri dünya toprağında tohumdan ağaç olup meyve verdiler ve şifa oldular, kimileri de toprağın içinde verimsiz bir şekilde kalıp büyümediler, kimileri de zehirli bir ağaç olup insanlara zarar verdiler.
Bugüne kadar inkar etmekte devam ettin, şimdi bugün de biz seni inkar ediyoruz.” Bay Riçard üzgün bir şekilde herkese bakıyordu.
“Ben hiç böyle düşünmemiştim,” dedi.
Sonra rehber devam etti, “Düşmanına dikkat et.”
“Kim benim düşmanım?” diye sordu Bay Riçard.
Adam, "İşte içindeki," dedi ve içindeki nefsi bir ejderha gibi çıkıp ağzını açarak kendine saldırdı.
O anda Bay Riçard ter içinde uyandı, nefes nefeseydi ve kalbi hızla çarpıyordu. Gözleri genişlemiş, alnından süzülen ter damlaları yastığa damlıyordu.. Bir yandan rüyasını düşünürken, bir yandan da içsel bir hesaplaşma yaşıyordu.
Akşama doğru yemek hazırlanmış, Mark yemeğini masasının üzerine getiriyordu. Tam yemeye başlar başlamaz Kerim içeri girerek bağırdı:
“Bay Riçard, yemeği sakın yemeyin!” Bay Riçard’ın elinden kaşık düştü.
Mark sakin bir şekilde, “Ne diyorsun sen adam?” dedi.
Kerim, “Bütün konuştuklarınızı dün duydum, senin artık kim olduğunu iyi biliyorum. Odamdaki kanıtları da buldum. Bu suçu benim üzerime atacaktın” dedi.
Mark, “Neden bahsettiğini bilmiyorum ama senin niyetin belli. Bay Riçard’ın servetine göz diktin, öyle değil mi?” diye karşılık verdi.
Kerim, “Sana neden bahsettiğimi söyleyeyim,” dedi ve cebinden telefonunu çıkarıp ses kaydını başlattı. Bütün söylediklerini sesli olarak kaydetmişti.
Bay Riçard, bu kayıtları dinledikten sonra yüzünde büyük bir hüzün belirdi. Aldatılmış bir evladından ihanete uğramış bir baba gibi başını eğdi, üzgün bir şekilde.
Kerim, “Artık masken düştü Mark, boşuna çabalama,” dedi.
Mark, Kerim’e saldırmaya çalıştı fakat Kerim eğilip derken yumruk atip Markı bayılttı. Margaret korku ve şok içinde hiçbir şey yapamıyordu.
Kerim, Mark’ın ellerini bağladı. Çok geçmeden polisler geldi; Kerim olaydan önce onları aramıştı.
Hem Margaret hem de Mark, kötü niyetli girişimlerinden dolayı tutuklandılar. Kerim, onların kelepçelenip polis arabasının arka koltuğuna bindirilmelerini izledi.
Polis arabası uzaklaşırken Mark, başını çevirip Kerim’e baktı. Yüzü sert ve öfkeyle doluydu, kaşları çatılmıştı. Hafifçe buğulanmış camın arkasından görülen gözleri, nefret dolu ve keskin bir bakışla ona dikilmişti.
Bu bakış, Mark’ın Kerim’e olan öfkesini ve intikam hırsını açıkça ifade ediyordu. Böylece, bir yılanın hikayesi sona ermişti.
Bay Riçard günlerdir odasından çıkmamıştı ve bu durum Kerim'i endişelendiriyordu. Sanki dünyadan kopmuş, içe kapanmış bir halde sürekli odasındaydı.
Kerim, her zamanki işlerine devam ediyor, ara sıra yemek yapıp Bay Riçard'ın odasına götürüyordu. Ancak Bay Riçard kapıyı açmıyor ve Kerim'e gitmesini emrediyordu. Kerim, bu durumdan giderek daha fazla endişe duymaya başlamıştı.
Artık Bay Riçard'ın emirlerini dinlemeyecekti ve kapıyı açması için ısrar edecekti. Ancak odasına varır varmaz, Bay Riçard hazır bir vaziyette kendisini bekliyordu.
“Beni bugün mezarlığa götüreceksin, Kerim,” dedi.
Kerim, “Tabii ki, Bay Riçard,” dedi.
Mezarlıkta, Kerim'e hanımının mezarının yerini tarif etti. Bir süre dolaştılar ve en sonunda mezarı buldular. Kerim arabadan portatif bir sandalye getirdi, Bay Riçard'ın oturması için. Bay Riçard, uzun bir süre hüzünlü bir şekilde hanımının mezarının önünde oturdu. Sonra kendini toparlayarak Kerim'e seslendi.
“Kime güveneceğim artık bilmiyorum şu hayatta. Kendi öz oğlum gibi sevdiğim kişi meğerse servetime gözlerini diken bir yılandan başka bir şey değilmiş. Söyle Kerim, ben şimdi kime güveneyim?”
Kerim, Bay Riçard'a yaklaşıp konuşmaya başladı.
“Bay Riçard, bazen öyle zamanlar gelir ki Cenab-ı Allah bizi yapayalnız bırakır. Biz bunu ceza zannederiz ama aslında o yalnızlık, bizi O'nu bulmamız içindir. Tıpkı daha önce seninle hayal ettiğimiz tırtıl gibi, bizleri bir karanlık kozanın içine koyar.
Bay Riçard, sırtını insana dayama çünkü insan sırtını çekebilir. Duvara da dayama çünkü duvar yıkılabilir. Sen sırtını kusursuz, eksiksiz ve ebedi olan Allah'a daya; O, şah damarından sana daha yakındır.
Şu ileride birisi gömülüyor, birazdan herkes teker teker yanından ayrılıp gidecek. Hepsi biraz gözyaşı döküp hayatlarına devam edecekler. Eşleri varsa belki de tekrar evlenecekler. Miras kalmışsa herkes paylaşacak, geriye hiçbir şey kalmayacak.
Ama hem bu dünyada hem de o kabirde seni hiç terk etmeyecek varlık Cenab-ı Allah'tır. O, kusursuzdur ve hata yapmaz.
Ayrıca Cenab-ı Allah'ın hiçbir çıkarı veya menfaati yoktur, çünkü her şey O'nundur. O, sadece bizim iyiliğimizi ister. Kendi annemizden bile daha merhametlidir hatta kesinlikle kıyaslanamaz onun herşeyi sonsuz olarak yücedir. Allah, rahmeti yüz parça yaratmış, doksan dokuzunu kendi nezdinde tutmuş, yeryüzüne bir parçasını indirmiştir. İşte tüm varlık sadece bu bir parçadan nasibini alıyor; yani Cenab-ı Allah rahmetini vermeseydi, kendi annemiz bile bizi karnında taşımazdı, o zahmeti çekmezdi.
Bir akılsız böceğin bile nasıl yuvasında yavrularını koruduğuna bak. Her canlı, merhametiyle yavrularını korur. Şimdi söyle Bay Riçard, bizim Ondan başka kimimiz olabilir ki?
O hayatımiızda varsa her şey var, O hayatımiızda yoksa hayatımız sefalet içinde geçer. Kalp O'nu arıyor. Aşk diyoruz, halbuki aşk secdede biter, Allah'a yönelmekte ve kullukta biter. Kalbin huzuru muhabbetullahtır Bay Riçard, yani Allah'ı tanımada ve anmada.
Bak şu mezarlığa; zengini de, fakiri de, alay edeni de, zalimi de eninde sonunda şu birkaç metre aşağıya indiriliyor, üstü toprakla örtülerek bırakılıp gidiliyor. Dünyada her yıl yaklaşık 56 milyon ölüm gerçekleşiyor. Aylık olarak bu rakam 4 buçuk milyonun üzerinde. Günlük ise 150 bin, saat olarak 6 bin kişi. Dakikada 106 kişi ve her saniyede 2 kişi sürekli ölüyor. Eğer koca bir dünya haritası olsa, her şehre bir ampul takılsa ve o ampul o şehri temsil etse, her saniyede dünya haritasında bir yerde bir ampulün yandığını görürdük.
Bu kısa ömür, sadece toprağın içine atılmak için yaratılmış olamaz. İnsan fıtratı daima ebediyeti arıyor.”
Kerim, Bay Riçard'a daha da yaklaştı ve elini omzuna koydu.
“Bir ateşböceği gibi ışığının kendi çapında karanlığın içinde mi yaşamak istiyorsun? Yoksa güneşin altında mı? Tüm ölüm, yalnızlık, keder ve dünyadaki her türlü endişe yüklerini üzerinden atmak istemiyor musun Bay Riçard? Yorulmadın mı? Hiçbir sarhoşluk, eğlence içinden gelen o çığlıkları susturamaz, sadece bir müddet için uyuşturur.”
Bay Riçard, Kerim'in sözlerinden çok etkilenmişti. Son bir sorusu vardı: “Diyelim ki inandım, nereden biliyorum senin peygamberin hak peygamber?”
Kerim tebessüm etti ve cevabını verdi: “Onun sadece hayatı bile yeter ama en büyük delil, O'nun Kur'an'ı anlatması ve yaşamasıdır. Onu inkar etmek, Kur'an'ı inkar etmektir. Kur'an ise inkar edilemeyecek kadar mucizelerle ve sırlarla dolu bir kitaptır.
Geçmişte alimlerimizden bazıları bile sadece Fatiha suresinde aynı kişi farklı açıklamalar yapmıştır. Okudukça ve manevi olarak derinleştikçe tüm içindeki sırlar açılmaya başlar.
Ayrıca hiçbir şey Cenab-ı Allah'ı en güzel şekilde, eksiksiz olarak İslam'dan başka bir şeyle açıklayamadı benim için. Her isim ve sıfatları, hem Kur'an şeriatının içinde hem de kainat kitabının şeriatının içinde paralel olarak yer alır. İslam'ın anlattığına göre, bütün isim ve sıfatlarını anlarsan, tüm düzeni anlamış olursun ve o düzeni sadece dünyada değil, koca kainatta tut, kendi iç kainatına kadar damarlarına kadar, hatta en küçük hücrene kadar görecek ve şahit olacaksın.
Kur'an'ın bir başka mucizesi, bugüne kadar hiçbir değişikliğe uğramadan korunmuş olması ve içinde barındırdığı bilimsel mucizelerdir. Daha nice mucizeleri vardır ki, öyle insanlar olmuştur ki, Kur'an'ın hak olmadığını düşünerek yola çıkmış, onu okuyup inceledikten sonra iman etmişlerdir.”
Kerim durakladı ve tekrar devam etti. Yukarıdan hafifçe yağmur yağmaya başladı.
“Rahmet yağıyor Bay Riçard. Şahadet etmeye hazır mısın?”
“Beni kabul eder mi, bunca onu inkar ettikten ve bir sürü şey söyledikten sonra affeder mi?” dedi Bay Riçard.
“Sana ayeti okuyayım Bay Riçard. Bak, sana şah damarından daha yakın olan Rabbin ne diyor: ‘Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.’
Tekrar soruyorum Bay Riçard, hazır mısın?”
Bay Riçard, kalbinin sesini dinledi, o güzel ve tatlı sesi dinledi. “Hazırım,” dedi.
Bay Riçard şahadet getirdi ve Müslüman oldu.
O gün, Bay Riçard geçmişini mezarlıkta gömdü ve kendine tertemiz bir sayfa açtı. İsmi artık Abdurrahman’dı.
Son zamanlarında Kerim ile birçok çalışmalar yaptı, İslam’ı tebliğ etmek için kendi evini büyük bir dershaneye çevirdi ve birçok hayır işine girişti.
Yaklaşık bir sene daha yaşadı, ama dolu dolu bir amaç ve gayede yaşadı. Kerim, Abdurrahman’ın ölümünden sonra vasiyeti üzerine hayır işlerine devam etti.
Aynı zamanda Süleyman Bey adında bir şahıs da bu vakfa büyük bir destek verdi. Süleyman Bey'in de kendine göre bir hikayesi vardı.