Brad aynadaki yansımasına dalgın bir şekilde bakarken bu sorular zihninde yankılanıyordu. Gözleri yorgundu, ama makyajla gizlenmişti bu yorgunluk. Hayatının çoğunu palyaço maskesiyle geçirmişti; insanları güldürmek, neşelendirmek onun işiydi. Ama kendi iç dünyasında güldürdüğü kadar gülebiliyor muydu? Bu, cevabını bir türlü bulamadığı bir soruydu.
Saatin tik takları dikkatini dağıttı. Gösteri birazdan başlayacaktı. Brad elindeki fırçayla makyajını bitirdi, o bilindik kırmızı burnunu taktı ve derin bir nefes aldı. Kendi kendine, "Bugün de her zamanki gibi bir gün olacak," diye fısıldadı ama içinde bir huzursuzluk vardı.
Brad, Amerika'nın en ünlü sirklerinden birinde çalışıyordu ve hayatı boyunca hep bir palyaço olarak mesleğini yapmıştı. Kostümünü çıkardığında ise farklı bir hayatı vardı, eğlence dolu bir hayat. Her gece değişik bir yerde, eğlence mekânlarında vakit geçirirdi.
Yalnız, artık bir şeyin farkındaydı: yaşlanıyordu. Belki biraz saçını boyayabilirdi, ama sonra derisi artık kırışmaya başlayacaktı. Ona da estetik yaptırabilirdi, ama hiç gençlik gibi olabilir miydi? Hakikatleri değiştirebilir miydi?
Sirkin arka sahnesinde diğer çalışanların seslerini duyabiliyordu. Jonglörler son provalarını yapıyor, akrobatlar iplerini kontrol ediyordu. Brad, bir an için kapının kenarına yaslandı ve dışarıda toplanmış kalabalığın uğultusunu dinledi. Ne kadar zaman geçmişti böyle? Yıllar boyunca, alkışlar ve kahkahalar onun hayatının müziği olmuştu. Ama bu müzik artık eskisi kadar canlı gelmiyordu.
Yavaşça sahneye doğru yürümeye başladı. Her adımı, yaşlanmanın getirdiği ağırlığı biraz daha hissettiriyordu. Gençliğinde bu yürüyüş hızlı ve heyecan doluydu. Şimdi ise her adımı, geçmişi ve geleceği arasında bir köprü gibiydi. Sahneye çıkmadan önce bir kez daha içinden geçirdi: "Hakikatlerimle yüzleşebilir miyim?"
Brad sahnenin kenarına geldiğinde ışıklar bir anda üzerini aydınlattı. Seyircilerden yükselen tezahürat, her zamanki gibi içini bir nebze ısıttı. Bir an için her şeyi unuttu ve rolüne büründü. Ama maskesinin ardındaki düşünceler susmuyordu: "Bir gün bu maskeyi tamamen çıkarmam gerekirse, kim olacağım? Ben kimim? Bu dünyada yalnızca bunun için mi yaşıyorum?” gibi sorular zihninde yankılanıyordu."
Herkesi güldürüyordu, her zamanki gibi. İnsanlar alkışlıyor, kahkahalar sirkin kubbesinde yankılanıyordu. Brad, performansına tamamen odaklanmıştı. Ancak bir anda, sahnedeki insanlar tuhaf bir şekilde değişmeye başladı. Seyircilerin yüzlerinde grotesk maskeler belirdi. Kimisi yılan başlıydı, kimisi gorilla, kimisi ise domuz şeklindeydi. Hepsi maskelerinin ardında kahkaha atıyor, alkışlamaya devam ediyorlardı.
Brad, şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. Ne olduğunu anlayamıyordu. Sahne ışıklarının parıltısında her şey gerçek gibi görünüyordu. Daha sonra, sirk alanının tam ortasında beliren bir tabut hayal etti. O tabut, ışıltılı renklerle boyanmış ve sirkin temasıyla süslenmişti. Brad istemsizce ona doğru yürümeye başladı. Adımları ağırlaştı, kalbi hızla çarpıyordu. Tabutun kapağına uzandı ve yavaşça açtı. İçinde kendisini gördü; aynı palyaço kostümüyle hareketsiz yatıyordu.
Bir an Brad nefes alamadı. Sahnedeki kahkahalar ve alkışlar uğultuya dönüştü. Kendi cansız bedenine bakarken bir ürpertiyle irkildi. Tam o sırada bir ses yankılandı: "Şov bitti, Brad." Sanki zaman durmuştu. Brad aniden gözlerini kırpıştırarak hayalinden uyandı.
Etrafına baktığında sahne hâlâ doluydu, seyirciler ona bakıyordu. Seyircilerden birkaç kişi fısıldaşmaya başlamıştı; herkes Brad’ın neden durakladığını merak ediyordu. Bir anlık sessizliğin ardından Brad kendine geldi. Derin bir nefes aldı, maskesinin ardındaki korkuyu bastırarak performansına kaldığı yerden devam etti. Seyirciler, bu ani duraklamayı şovun bir parçası sandı ve alkışlarla ona eşlik etmeye devam etti.
Şov bitmiş, ışıklar sönmüş, sirkin enerjisi yavaşça dağılmaya başlamıştı. Ancak Brad'ın kafasında o anın etkisi hâlâ devam ediyordu. Seyirciyle birlikte içindeki karmaşık duyguları da sahneden indirip kulise geçmişti. Tam o sırada, bir görevli kapıyı araladı ve Brad’a yaklaştı.
"David seni ofisinde görmek istiyor," dedi kısa ve keskin bir şekilde. Brad başıyla onayladı. David’in onu çağırması nadir bir durumdu, ama genelde ciddi meseleler için olurdu. Biraz gergin ama aynı zamanda meraklı bir şekilde ofise doğru yürüdü.
Brad, ofise vardığında kapıyı araladı. İçeride, geniş deri koltuğunda oturmuş David, duvara monte edilmiş dev ekranlara bakıyordu. Bu ekranlarda sirk alanının farklı yerlerinden gelen kamera görüntüleri vardı. Sahne, kulis, seyirci alanı... Hepsi David’in kontrolündeydi. Brad bir süre sessizce bekledi. David’in ekrandan gözlerini ayırmadığını fark etti.
David sonunda konuştu: "Brad, seni bir süredir izliyorum." Sesi derin ve kararlılıkla doluydu. "Şovlarda sergilediğin o garip davranışlar, ani duraksamalar... Bugün yaşananlar ise her şeyi daha net gösteriyor. Bana söylemek istediğin bir şey var mı?"
Brad bir an duraksadı. Ne diyeceğini bilemiyordu. David'in her zaman sirkte olan her şeyi kontrol ettiğini bilirdi, ama onun bu kadar dikkatli izlediğini fark etmemişti.
"Sadece bir an dalgınlığa kapıldım. Bazen insanın zihni oyunlar oynayabilir," dedi, sesindeki tedirginliği gizleyemeyerek.
David, gözlerini ekrandan ayırıp Brad’a döndü. Gözleri sert ve sorgulayıcıydı. "Belki de öyledir," dedi yavaşça. "Ama benim sirkimde dalgınlığa yer yoktur” dedi
David, sandalyesinden ağır bir şekilde aşağı indi. Kısa boylu, tıknaz bir adamdı. David, Brad’a doğru yürüdü ve masanın üzerindeki içki şişesinden iki bardak doldurdu. Birini Brad’a uzattı, diğerini kendi eline aldı. Masanın ortasında ise dikkat çekici bir model duruyordu: bir cam fanusun içinde, detaylarına hayran kalınacak kadar özenle yapılmış minyatür bir Roma Kolezyumu.
Brad, David’in uzattığı bardağı alırken gözleri istemsizce bu modele takıldı. David, masanın kenarına yaslanarak bardağından bir yudum aldı ve camın içindeki Kolezyum’a bakarak konuşmaya başladı.
“Eskiden Kolezyumlar ne için yapılıyordu biliyor musun, Brad?” diye sordu. Brad kısa bir tereddütle, “Ne için?” diye yanıtladı.
David, gözlerini modelden ayırmadan devam etti. “İnsanları uyutmak için. Hakikatleri ve gerçekleri unutturmak için. Tabii, her insan eğlenmek ister, bu doğal. Ama onlar daima daha fazlasını yaptılar. Böylece insanlar hakikatten uzaklaştı, hiçbir şeyi sorgulamaz oldular.”
Elindeki bardağı masanın kenarına koydu ve model Kolezyum’un üzerindeki cam fanusa parmağıyla hafifçe dokundu. “Ne tuhaf, değil mi? Şimdi tüm stadyumlar aynı görevi yapıyor. İnsanları oyalamak, dikkatlerini başka yerlere çekmek için varlar. Hatta o kadar ileri gittiler ki futbol bir din haline geldi. İnsanlar artık futbolu bir inanç gibi, kutsal bir ritüel gibi takip ediyorlar.”
David bir yudum daha aldı, ardından Brad’a döndü. Gözlerinde derin bir ciddiyet vardı. “Biz de bu sistemin bir parçasıyız. Hepimiz. Sen güldürüyorsun, diğerleri cambazlık yapıyor, ben ise dikkatleri başka yöne çekip sihirbazlık yapıyorum. Hepimiz bu şovun birer parçasıyız. Hepimiz bir vücut gibiyiz. Vücudun bir yeri arızalandığında tüm vücut eziyet çeker. Şov sağlıklı bir şekilde devam etmeli, anladın mı Brad?”
David, Brad’ın tepkisini ölçmek istercesine yüzüne baktı ve cümlesini bir kez daha tekrar etti: “Devam etmeli.”
“Bak, Brad,” dedi, bardağını masaya bırakırken. “Ben kendi yeteneğimi devam ettiriyorum. Bir sihirbaz olarak, hepimiz birer aktörüz aslında. Hepimizin farklı rolleri ve teknikleri var. Benim rolüm sihirbazlık yapmak; ama tekniğim nedir biliyor musun? Dikkati farklı bir yöne çekmek. Çünkü insanlar sadece gözlerinin gördüğüne, kulaklarının duyduğuna inanır.
David geri dönüp Brad’a baktı. “Bunun neresi büyü? Neresi sihir? Biz sadece algıyı manipüle ediyoruz. Ama işin tuhafı şu ki, insanlar inanmayı seçiyor. Ve biz de onların bu seçimlerini destekliyoruz. Çünkü gerçek bir sihirbaz, yalnızca bir şey saklamaz; aynı zamanda insanları, bir şeyin olabileceğine inandırır.”
David, Brad’a bir süre sessizce baktı. Sözlerini dikkatle tartıyormuş gibi, gözlerini ondan ayırmadan konuşmaya başladı.
“Senin geçmişte bu sirk için yaptıklarını biliyorum. Bu yerin ruhunda senin emeğin var. Burada efsane oldun, insanlar seni sevdi, sen bu şovun en önemli parçalarından biriydin. Ama şimdi gördüğüm Brad... o eski Brad değil.”
Bir an sustu, Brad’ın gözlerine derin bir bakış attı. Ardından ciddi bir tonla ekledi: “Bana eski Brad lazım. Şu anda karşımda duran değil. O eski ışığını, eski tutkunu istiyorum. Sana bir ay zaman veriyorum. Onu bul ve buraya geri dön.”
David, sandalyesine geri oturdu, bardağını eline alıp son bir yudum aldı. Ardından başını hafifçe eğerek Brad’a işaret etti: “Şimdi gidebilirsin.”
Brad, odayı terk ederken David’in sözleri kafasında yankılanıyordu. "Eski Brad’ı bul..." Ama eski Brad kimdi? Onu nasıl bulacaktı? Ve en önemlisi: Bu, gerçekten hala yapmak istediği bir şey miydi?
Brad, Boston’daki eski evine döndükten sonra günlerini dört duvar arasında geçiriyordu. Dış dünyadan tamamen kopmuştu. Kendi içine kapanmış, zihninde dönen sorulara yanıt ararken yalnızca bir girdaba çekiliyordu. İnternette saatlerce dolaşıyor, kişisel gelişim videoları izliyor, motivasyon hikâyelerine kulak veriyordu. Ancak izledikleri, okudukları, kalbine dokunmuyor, onu tatmin etmiyordu. Her şey “başarı” üzerine kurulmuş gibiydi. Ama bu başarı dedikleri şey, yalnızca para, güç ya da şöhret miydi? Belki bunlar bir parçaydı, ama gerçek anlamda bir huzur ya da insanın kendiyle barışmasını sağlayamıyordu. Ölümle barışacak bir şey olmalıydı, ama bunlar onu tatmin etmiyordu."
Brad, gençliğinin çoktan geçmiş olduğunu, artık yaşlılık dönemine adım attığını fark ettikçe içinde büyüyen huzursuzluk onu daha da derinlere çekiyordu. “Yaşlanıyorum,” diye düşündü her gece. Bu düşünce, kaçamadığı bir gerçekle yüzleşmek gibiydi. Artık genç bir adam değildi; hayatının büyük bir kısmı geçmişti ve önünde ne kadar zaman kaldığını bilmiyordu. Bu onu her seferinde daha da karanlık bir düşünceye itiyordu.
Günler günleri kovaladı. Brad evden çıkmıyordu. Yemeklerini internetten sipariş ediyor, ihtiyaçlarını kapısına kadar getiren teslimatçılarla dahi neredeyse hiç konuşmuyordu. Evde yalnızlığıyla baş başa kaldığı her an, onu daha fazla tüketiyordu. Sigara ve içki artık onun günlük rutini olmuştu. Bir sigarayı söndürmeden bir diğerini yakıyor, alkolle düşüncelerini susturmaya çalışıyordu. Ama o düşünceler, sarhoşluğun verdiği uyuşukluğun ardından daha da şiddetli bir şekilde geri dönüyordu.
Sabahları gözlerini açtığında, hakikatlerle baş başa kalıyordu. Depresyon, artık kontrol edilemez bir hâl almıştı. Günler geçtikçe Brad, kendi varlığını sorgulamaya başladı. “Hayatımın anlamı ne? Tüm bu yılları sadece başkalarını güldürmek için mi geldim?
Sonunda, iş öyle bir noktaya geldi ki, artık hiçbir şey hissetmiyordu. Sanki duyguları tamamen uyuşmuştu. Hayatında hiçbir anlam, hiçbir amaç kalmamış gibiydi. Kendini çaresiz ve tükenmiş hissediyordu.
Brad, o an intiharı düşünmeye başladı. Brad, odanın loş ışığında sessizce oturuyordu. Tavanın yüksekliğini ölçmüş, ipi dikkatlice bağlamıştı. İnternetten bulduğu ölüm marşı, odanın her köşesine yayılan bir melankoli oluşturuyordu. İçindeki ağır yükle birlikte, son bir kez içkisini yudumladı. Merdivenin altına geldiğinde, derin bir nefes aldı ve yavaşça yukarı çıkmaya başladı. Her adım, sanki bir gösterinin parçasıymış gibi hissediyordu. Bu onun son şovuydu.
"Baylar ve bayanlar, işte karşınızda son şovum: 'Mutsuz Palyaço'," diye ilan etti.
Merdivenin tepesine ulaştığında bir anda hisler üzerine akın etti. Gözyaşları süzüldü ama bir sorun vardı: Brad’ın rahatsızlığı olan Psödobulbar Duygulanım Bozukluğu devreye girmişti. O ağlarken, sesi sanki kahkahalar atıyormuş gibi yankılanıyordu. Tüm yaşadığı acı, gözlerinden süzülen yaşlarla değil, ağzından çıkan garip kahkahalarla ortaya çıkıyordu. Etrafındaki seyirciler de gülüyordu; gerçekte onlar gülüyordu, ama Brad ağlıyordu.
Bu ses, odada yankılanırken, Brad bir an için geçmişine döndü. Çocukluğunu hatırladı. İlk kez ağladığında, etrafındaki çocukların ona kahkahalarla güldüğü günü. Çocukken bu onu çok üzmüş ama sonra bu durumu bir şekilde kabullenmişti. Zamanla, insanların onun ağlamasını gülüş olarak algılamasına alıştı ve bu garip özelliği bir avantaja dönüştürmüştü. Artık sürekli insanları güldürmek için çabalıyordu; bu, hem içindeki hakikatleri ve acılarını bastırıyor hem de düşük özgüvenine bir tür merhem oluyor, nefsine de hoş geliyordu.
Merdivenin tepesinde, ipin hemen yanında durmuşken, ağlama-kahkaha sesi giderek artıyordu. Bu ses, geçmişindeki anıların çarpıcı bir fon müziği gibiydi. Çocukların gülüşleri, sahnede duyduğu alkışlar, sirkteki ışıklar... hepsi zihninde bir film şeridi gibi dönüyordu. Ancak bu sefer bu filmde sahne arkasındaki Brad vardı. Maskesiz, savunmasız ve kırılgan bir Brad.
Brad, ipi boynuna geçirip kendini aşağı bıraktığında, tavan ağırlığını taşıyamadı. İp kopmuş, tavandan bir parça da onunla birlikte yere düşmüştü. Yerde sırt üstü yatarken, kırık tahta ve ip parçalarının arasında kahkahalara boğulmuştu. Ölüm marşı müziği sona erdiğinde, internetten başka bir ses yankılanmaya başladı. Bu ses, Brad’ı bir an için olduğundan daha sakin bir hale getirdi. Bir videodan gelen sıcak ve anlam dolu bir ses şöyle diyordu:
“Aczini ve fakrını bil ki, Rahmet-i İlâhîye’ye sığınabilesin, kardeşim. Bu dünya zindanında hakiki saadet ancak iman iledir. Unutmayın, ölüm iman edenler için sonsuz saadetin başlangıcıdır. Yaşlılık, bu sonsuz âleme hazırlıktır.”
Brad, bu sözleri duyunca irkildi. Videodaki sesin tonunda bir samimiyet vardı; bu, daha önceki izlediği videolardaki yüzeysel başarı öğütlerinden farklıydı. Bilgisayar ekranına doğru döndü. Videoda, yüzü huzur veren bir adam vardı. Bir zenci, gözleri şefkatle dolu, yüzünde bilgelik ve sakinlik barındırıyordu. Sözleri, Brad’ın içindeki derin karanlığa bir ışık gibi dokunuyordu.
Bir an için durdu. O adama ve onun söylediklerine dair daha fazlasını öğrenmek istedi. Videonun açıklamasında, adamın isminin Kerim olduğu ve "Huzur Bahçesi" adlı bir vakfın lideri olduğu yazıyordu. Brad, vakfın adresini hızla not aldı ve birkaç saniye boyunca ekrana bakakaldı. İçinde bir kıpırtı hissetti. Uzun zamandır ilk kez, bir yere gitme fikri aklına yatmıştı.
Yerdeki ip parçalarına ve kırık tahtalara baktı. “Belki bu son değil,” diye mırıldandı. Kendi kendine verdiği bir söz gibi, o vakfa gitmeye karar verdi. Belki o adamla konuşmak, bir kez daha gerçek bir anlam bulmasına yardımcı olacaktı. Yalnız, vakıf Boston'da değil, Seattle'daydı. Brad, bunu öğrenir öğrenmez hemen bir uçak bileti alıp yola koyuldu. Havalimanına iner inmez bir taksiye atladı ve kısa sürede vakfın önüne vardı.
Vakıf, devasa ve etkileyici bir köşkte yer alıyordu. Geniş, bakımlı bir bahçesi vardı ve bahçede birkaç kişi dolaşıyordu. İnsanlar sanki buraya aitmiş gibi rahat bir şekilde vakfın kapısından girip çıkıyordu. Brad da tereddüt etmeden içeri girdi.
Köşkün içine adım atar atmaz, ilk gözüne çarpan şey duvarlardaki boş tuvaller oldu. Merakla onlara yaklaştı, belki bir şey fark ederim diye düşündü. Ancak tuvallerde hiçbir şey yoktu. Sadece küçük bir isim etiketi dikkatini çekti, ama bu da herhangi bir anlam taşımıyordu. Brad’ın kafası karışmıştı; bu tuhaf boş tuvallerin neyi temsil ettiğini anlayamıyordu.
“Merhaba, size yardımcı olabilir miyim?” diye sordu bir adam.
Brad hızla dönüp adama baktı ve içinden, "Bu o... evet, o! Kerim!" diye geçirdi. Gözlerine inanamıyordu; gerçekten karşısındaydı.“Merhaba,” dedi Brad heyecanla. “Adım Brad. Sizi internetten izledim ve yaptığınız işlere hayranlık duyarak buraya geldim.”
Kerim hafifçe gülümsedi. “Estağfurullah, teşekkür ederim. Nereden geliyorsunuz?” diye sordu.
“Boston’dan,” dedi Brad.
“Harika! O zaman sizi burada misafir edelim,” dedi Kerim sıcak bir tebessümle. “Bu akşam sohbetimize katılmaya ne dersiniz?”
“Memnuniyetle,” dedi Brad.
“Pekala,” dedi Kerim, “bu arada aç mısınız?
“Hayır, teşekkür ederim,” dedi Brad. “Uçakta bir şeyler yedim.”
Kerim başını salladı. “Anladım. Size yardımcı olacak birini göndereceğim, odanızı gösterecek. Akşam yan stüdyoda buluşuruz,” dedi ve yine o sıcak gülümsemesiyle uzaklaşmaya başladı.
Brad bir an tereddüt etti, sonra seslendi: “Bir dakika, bir şey daha sorabilir miyim?”
Kerim durup hafifçe arkasına döndü. “Tabii ki, Brad. Ne öğrenmek istiyorsunuz?” dedi, gözlerinde merak dolu bir ifadeyle.
Brad, aklındaki soruyu sordu: "Bu tuvaller nedir böyle? Yani bir anlam veremiyorum. Hepsinin altında isim yazıyor, ama isimler de boş."
Kerim hafifçe gülümseyerek yanıtladı: “Bunlar aslında insanlara verilmiş bir mesaj. Bu köşk, Bay Richard adında bir arkadaşıma aitti. Kendisi birkaç yıl önce vefat etti. Vefatından önce bu evi bir vakıf olarak topluma bağışladı. Bu tuvallerle insanlara bir mesaj bırakmak istedi.”
Brad dikkatle dinliyordu. Kerim devam etti: “Bay Richard’ın mesajı şuydu: İnsan bu dünyaya boş bir tuval gibi geliyor. Hayatını nasıl şekillendireceğin, hangi renkleri kullanacağın, hangi tonları tercih edeceğin sana kalmış. İster sade, ister karmaşık. İster rengârenk, ister tekdüze.”
“Bu gerçekten etkileyici. Basit bir şey gibi görünüyor, ama anlamı çok derin. İnsanları düşündürecek bir eser.”
“Evet, Bay Richard’ın amacı da buydu. Belki sen de bu mesaj üzerinde düşünürsün; hayatını gerçekten dilediğin gibi şekillendirdin mi? Belki eksik bir şeyler vardır, belki de renk katman gerekiyordur. Kim bilir, belki de bazı şeyleri değiştirmen gerekiyordur,” dedi ve omzuna hafifçe dokunarak uzaklaştı.
Brad, Kerim’in sözlerini zihninde tekrar tekrar evirip çevirerek tuvallerin önünde bir süre daha durdu. Bu basit görünen boşlukların ardındaki derin anlam, onun düşüncelerini derinden etkiledi. Hayatımın tuvalini yeniden gözden geçirmem gerek, diye düşündü ve köşkün derinliklerine doğru, yeni anlamlar keşfetmeye hazır bir şekilde yürüdü.
Brad, Kerim’in akşam sohbetine katılmış, derin bir hayranlıkla onu dinliyordu. Kerim, insanın dünyaya geliş gayesi, yaratılışının hikmeti ve fıtratına uygun vazifeleri üzerine konuşuyordu. Sözlerinde derin bir bilgelik vardı. Şöyle diyordu Kerim:
"İslam, insanın yaratılışına en uygun hayat rehberidir. Her çocuk İslam fıtratıyla doğar; ancak anne-baba ve çevre, onun inancını şekillendirir. İman, ruhun gıdası, hayatın nuru ve insanın hakikati anlamasının anahtarıdır. İslam, yalnız ahireti değil, dünyayı da mamur eder."
Kerim, Risale-i Nur’dan şu hakikati de ekledi:
"Din, hayatın hayatı, hem nuru, hem esasıdır. İhyâ-yı din ile şu milletin ihyâsı mümkündür."
Bu sözler, Brad’ın kalbine dokunmuştu. Sözlerin derin anlamını kavramaya çalışırken Kerim, ifadenin taşıdığı manayı daha da detaylandırdı:
"‘Din, hayatın hayatıdır’ ifadesi, dinin bir insan için hayat kaynağı olduğunu anlatır. İnsan yalnızca bedenden ibaret değildir; onun ruhu, aklı ve kalbi de vardır. Din, bu manevi unsurları besler, yönlendirir ve anlam katar. Tıpkı bir bedenin suya ihtiyaç duyduğu gibi, ruh da dine ihtiyaç duyar.
‘Hem nuru’ kısmı, dinin bir ışık gibi insanın karanlık düşüncelerini aydınlattığını ifade eder. Hayatın karmaşıklığı içinde doğruyu ve yanlışı ayırt etmenin yolunu gösterir. İnsan, iman sayesinde ne için yaratıldığını, nereye gittiğini ve vazifesinin ne olduğunu öğrenir.
‘Hem esasıdır’ ifadesiyle dinin, bir toplumun ve bireyin sağlam temeli olduğu belirtilir. Bir bina temelsiz nasıl ayakta duramazsa, insan da dinden uzak olduğunda huzur ve istikrar bulamaz. Toplumlar da aynı şekilde, dinin rehberliği olmadan ahlak, adalet ve dayanışma gibi değerleri sürdüremez.
‘İhyâ-yı din ile şu milletin ihyâsı mümkündür’ cümlesi, dini canlandırmanın toplumların yeniden dirilişi için şart olduğunu ifade eder. Dini değerlerin yaşandığı bir toplumda ahlaki güzellikler, adalet ve huzur hüküm sürer."
Bu açıklamalar, Brad’ın ruhundaki karanlık boşluklara bir ışık gibi dokundu. İlk kez, hayatında bir anlam bulmanın mümkün olduğunu hissetti. Kerim’in sözleri, yalnızca kulaklarına değil, kalbine de ulaşmıştı. İçinde, uzun zamandır unuttuğu bir kıpırtı hissetti. Belki de bu yol, kaybettiği kendini bulabileceği bir yoldu.
Brad, gözleri dolmuş bir şekilde babasına baktı; babası ise ona geri dönüp bakarken, gözleri hep öfkeyle doluydu. Acımasız bir şekilde annesini onun gözleri önünde dövmeye devam etti.Haftalar boyunca Brad, sanki o korkunç sesleri her gece tekrar duyuyormuş gibi hissediyordu. Geceleri sık sık salona koşup bakıyor, aynı olayın tekrar yaşanıp yaşanmadığını kontrol ediyordu. Bu travmatik deneyim, Brad’in uzun bir süre boyunca post-travmatik stres bozukluğu (PTSD) yaşamasına neden oldu.
Sonra sahne değişir. Tuvalde bir gün, Brad babasına ev tamiri için yardım ediyordu. Babası ondan bir alet istedi, ancak Brad ne yaparsa yapsın aleti bulamıyordu. Bu durum onu paniğe sürükledi. Babası, sinirle yanına gelip onu azarladı ve öfkeyle kafasına vurdu. Bu olay Brad için bardağı taşıran son damlaydı. Artık dayanamayacak hale gelmişti. Gözyaşları içinde oradan koşarak uzaklaştı, evin yanındaki nehire doğru yöneldi. Nehir kıyısında dizlerinin üzerine çöker ve ağlamaya başlar. Ancak rüyadaki o tanıdık ironi bir kez daha belirir: Brad’ın ağlaması, yavaşça kahkahalara dönüşür. Gözlerinden yaşlar süzülürken, ağzından çıkan kahkahalar havada yankılanır. Bu an, rüyanın atmosferini daha da hüzünlü ve tuhaf bir hale getirir.
Bir sonraki tuvalde, Brad başka bir sahneyi izler. Kendine kapanık bir şekilde yolda yürüyordur. Yanından geçen birkaç çocuk, ona sataşır ve alay eder. Brad’ın içi hüzünle dolar, ağlamaya başlar. Ancak yine aynı şey olur: Ağlaması, bir kez daha kahkahalara dönüşür. O gülmeye başladıkça, ona sataşan çocuklar da istemsizce gülmeye başlar. Bir anda herkesin kahkahaları havada onunla beraber yankılanır, ama Brad aslında gülmüyordu.
Rüya bir sonraki tuvale geçtiğinde, Brad kendini okul yıllarında bulur. Sınıfta ayakta duruyor, yaptığı şakalarla arkadaşlarını güldürüyordur. Tüm dikkatler onun üzerindedir; sınıf kahkahalarla çınlar. Brad'ın yüzünde bir mutluluk ifadesi vardır, ancak bu mutluluk yüzeyseldir. Asıl amacı sınıfın dikkatini çekmek ve kendi içindeki boşluğu bir anlığına da olsa doldurmaktır, nefsini tatmin etmektir.
Öğretmen ona sinirli bir şekilde bağırır, ama Brad aldırmaz. Sınıf arkadaşlarının gülüşleri, onun için bir zafer gibidir. Brad onların kahkahalarında kendine bir anlam bulur. O an içindeki tüm huzursuzluk kaybolmuş gibi hisseder, ama derinlerde bir yerde bunun geçici olduğunu bilir. İnsanları güldürmek, hem kendisini hem de onları gaflete düşürmekten başka bir şey değildi.
Bir anda, tuvaldeki palyaço canlanır ve yavaşça Brad’a bakar. Palyaço, tuvalden yarı beline kadar dışarı çıkar ve ona tuhaf bir şekilde gülümser. Gözleri soğuk ve kötü niyetli bir parıltıyla parlar. "Beni asla terk edemeyeceksin, Brad…," der. Sesi derin ve tehditkârdır. Palyaço bir anda Brad’ın yakasından tutar. Dişleri sivrileşmiş, gözleri şeytani bir hal almıştır. Tekrar aynı cümleyi fısıldar: "Beni terk edemeyeceksin!"
Brad, bu tuhaf figürden kaçmaya çalışırken bir şey fark eder: Kendi renkleri, palyaçoya akıyordur. Palyaço giderek canlı ve renkli hale gelirken, Brad’ın bedeni solgunlaşır, sanki tüm enerjisi emiliyordur. Palyaço tamamen renklenir ve kahkahalarla gülerken, Brad kendini tuvalin içinde, figür olarak bulur. Tuvalin içinde cama vurar gibi çırpınır, ama dışarıdan yalnızca gülüşler duyulur. İnsanlar tuvalin önünde durmuş, onu izliyor ve kahkahalarla gülüyordur. Brad, yardım için çığlık atar, cama vurur, ama hiç kimse onu duymaz. Onun çırpınışlarını sadece bir şovun parçası sanan insanlar, neşeyle gülmeye devam eder.
İnsanların kahkahaları giderek yükselir, etrafı yankılayan bu kahkahalar, onun çaresizliğini boğar. Bu seslerin ortasında, palyaçonun sesi bir kez daha yankılanır:
"Beni terk edemeyeceksin, Brad!"
Brad, uyandığında nefes nefese kalmıştı. Tüm vücudu ter içindeydi. Sabah olmuştu ama henüz güneş doğmamıştı. Üzerine bir ceket alıp bahçeye çıktı. Serin hava yüzüne vururken zihnindeki karmaşayı dağıtmak ister gibiydi. Yavaş yavaş yürürken mescide yaklaştı ve bir anda ezan sesini duydu ve mescide doğru yöneldi.
Kapının eşiğinden içeriyi izlemeye başladı. Cemaat, sabah namazı için bir araya gelmişti. Brad, herzamanki gibi onların hareketlerini dikkatle inceliyordu. Ellerini bağlamalar, eğilmeler, secdeler… Tüm bu hareketler, ona bir tür düzen ve teslimiyet hissi veriyordu. Herkes bir bütün gibi hareket ediyordu, sanki aynı kalp atışını paylaşan bir beden gibiydiler. Bu sahne, Brad’ın içindeki bir boşluğu aniden doldurmuş gibi oldu, ama anlam veremediği bir hisle hızla mescidi terk etti.
Bahçeye döndü ve bir ağacın altına oturdu. Kendi içine dönüp düşünmeye başladı. Hava aydınlanırken kuşların şakıması etrafı doldurdu. Bu doğal melodi, Brad’ın karmaşık duygularına bir huzur kattı. Tam o sırada, arkasından bir ses duyuldu.
“Günaydın!” Bu Kerim’in dostane sesiydi.
Brad arkasını döndü ve hafifçe gülümseyerek cevap verdi: “Günaydın, Kerim.”
Kerim yanına oturdu ve ona nazikçe sordu: “Nasılsınız?”
Bradin gözleri hala kuşlara ve doğan güneşe bakıyordu.
“Hayatımda ilk kez kendimi bu kadar iyi hissediyorum,” dedi.
Ama ardından bir tereddütle ekledi:
“Yalnız… sanki bir köprünün üzerinde durmuşum ve karşı tarafa geçemiyorum gibi hissediyorum. Korkuyorum. Ya da belki tereddütlerim var, ama nedir bilmiyorum. Tam olarak anlayamıyorum.”
Kerim, Brad’ın gözlerindeki belirsizliği fark etti. Hafifçe omzuna dokundu ve sakin bir sesle konuştu:
“Köprünün üzerinde olmak zordur, Brad. Ama köprüler geçmek içindir. Geçiş cesaret ister, ama o cesareti bulduğunuzda, hayatınızda hiç görmediğiniz bir huzuru keşfedersiniz.”
Brad, bu sözler üzerine derin bir düşünceye daldı. İçinde, o köprüyü geçme isteğiyle korkuları arasında bir savaş vardı.
“Biliyor musun, yıllar önce bu bahçede Bay Richard’la da oturmuştuk. O da senin gibi bir tereddüt ve arayış içindeydi. Üstelik gözleri görmüyordu, ama hakikatleri kalbiyle arıyordu. Hayatının karanlık noktalarında bir ışık bulmak istiyordu. Sonunda hakikatleri dinledi, aklıyla tarttı ve kalbiyle iman etti. Karanlık dolu hayatı hem aydınlandı hem de anlam kazandı. Bu dünyadaki yolculuğunu huzurla tamamladı. Bu köşkü de bir okul ve dershane olarak bırakıp en güzel hayırlardan birine vesile oldu. Kendisi için de, geride kalanlar için de çok değerli bir anlam oluşturdu.”
Kerim, gözlerini Brad’a çevirdi ve nazikçe sordu:
“Peki, Brad, seni buraya getiren nedir? Neden böyle bir arayışa girdin?”
Brad gözlerini yere dikerek, birkaç saniye sustu. Ardından içini dökmeye başladı:
“Ben bir palyaçoyum. Gençliğimden beri bu mesleği yapıyorum. Amerika’nın en büyük sirklerinde çalışıyorum. Hayatım hep eğlenceyle, insanları güldürmekle geçti. İnsanları eğlendirmek benim işim oldu. Ama bir gün aynanın karşısında kendimi izlerken fark ettim ki yaşlanıyorum. Sakallarım beyazlamıştı, onları boyadım. Sonra saçlarım beyazladı, onları da boyadım. Derken yüzüm kırışmaya başladı. Estetik yaptırmayı düşündüm. Ama kendime sordum: ‘Bu nereye kadar sürecek?’ Bütün bu çabalarımın hiçbir anlamı yoktu.
O anda hayatımı sorgulamaya başladım. Ömrümün sayfalarını çevirdim ve her birinin bomboş olduğunu gördüm. ‘Bu mu hayat? Hepsi bu kadar mı?’ dedim kendi kendime. Olamazdı… Hayat sadece bundan ibaret olamazdı. İşte o zaman bir arayışa başladım. Belki de bu arayış, beni buraya kadar getirdi.”
Kerim, Brad’ın sözlerini sonuna kadar dikkatle dinledi ver derken kendisi konuştu:
“Brad, senin hikayen bana şunu hatırlatıyor: İnsan, yaratılışında bir anlam arar. Bu anlamı bulmadıkça ne kadar eğlense de ne kadar güldürse de kalbinde bir boşluk hisseder. Ama unutma, her arayış bir başlangıçtır. Ve bazen o başlangıç, köprüyü geçmek için gereken cesaretin ta kendisidir.
Bak şu bahçeye, Brad. Her yerde Allah’ın isimleri yazılı, adeta bize sunulmuş bir sergi gibi değil mi? Düşünsene, sadece bir ağaç ya da tek bir meyve olabilirdi. Ama O, bize çeşit çeşit ağaçlar, renkler, kokular ve tatlar vermiş. Hem de bunları görüp koklamamız, tadıp anlamamız için gözler, burunlar ve tat almamızı sağlayan bir dil vermiş. Her detay, bize O’nu tanıtmak için bir işaret. Sen bir palyaço olarak kendini insanlara tanıtıyor, onları güldürüyordun. Peki bu sergiler neden burada? Kendini tanıtmak isteyen bir Yaratan var ve tüm bu güzellikler O’nun isimlerinin birer yansıması.”
Kerim, gözlerini Brad’a çevirerek devam etti:
“‘Hâlık’ını tanıyan, her şeyin üstünde bir lezzet bulur.’ Bu sözde çok büyük bir hakikat gizli. Eğer bu dünyayı ve içindekileri bize sunanı tanırsak, her şeyin anlamı değişir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ‘Ölümü çokça hatırlayın.’ Çünkü bu dünya gafleti, insanı hem aklen hem de kalben kör edebilir. Gaflet, insanın ruhunu dar bir kafese, bedenini ise bir hapishaneye dönüştürür. Nefis dediğimiz şey, bu hapisteki zincirlerin başıdır. Eğer insan ölümü hatırlamazsa, o zincirlerin farkına bile varamaz.
Brad, ölümü hatırlamak aslında hakikatleri hatırlamaktır. Ölüm, iman edenler için sonsuz saadetin başlangıcıdır. Yaşlılık da bu saadet için bir hazırlık sürecidir. Yaşlılık, insanın Allah’a daha fazla güvenip teslim olmayı öğrenmesidir. Bu süreç insana huzur ve güven verir. Yaşlılık, dünyevî zevklerden çok, manevî kazançlara yönelmenin vaktidir. Ve bu, fani dünyanın sona erdiğini, sonsuz mutluluğun yaklaştığını müjdeleyen bir süreçtir.
Bak su tum bahceye ve kainata Allah’ın birliği, yani vahdaniyet, tüm varlıkların tek bir Yaratıcıdan geldiğini gösterir. Dünyadaki tüm çiçekler, dağlar, denizler, aynı Sanatkâr’ın eseridir. Güneşin her yere ışık vermesi gibi, Allah’ın varlığı ve birliği de her yerde aynı şekilde tecelli eder.
Bir insan düşünün: Gözleri görür, kalbi atar, aklı düşünür. Bu sistemleri çalıştıran birden fazla güç değil, yalnızca bir Allah’tır.
Bir ressamın her bir tablosu onun sanatını (ehadiyet) gösterir. Ancak tüm tablolar bir araya geldiğinde, onun tekliğini ve bütün eserlerin ondan çıktığını (vahdaniyet) ispat eder. Allah, hem bireysel varlıklarda özel olarak tecelli eder (ehadiyet) hem de kâinatın tamamını yönetir (vahdaniyet).
Kerim, Brad’a dönüp sordu:
“Bu hakikatlere dinledin bir zamandır bizimle beraber de burada kaldın.Şimdi Brad, Allah'ın bir olduğuna ve Hz. Muhammed'in O’nun elçisi olduğuna iman etmeye hazır mısın?”
Brad bir an durdu, düşünceleri onu hayal dünyasına götürdü. Kerim’i bir köprünün diğer tarafında beklerken hayal etti. Brad köprünün kenarındaydı, ama köprünün tahtaları eksikti. Bu şekilde geçerse düşeceğini biliyordu. O tahtalar, Allah’a ve O’nun elçisine iman etmekti.
O tahtaları yerine koymadan köprüyü geçmesi mümkün değildi. Ama şehadet getirip iman ettiğinde, köprü tamamlanacaktı. Derin bir nefes aldı, kalbiyle o köprüyü geçme cesaretini toplamaya başladı.
Brad’ın kalbi hızla atıyordu. Köprüye bakıyor, ardından geriye dönüp sirkteki anlamsız ve boş şöhret dolu hayatını hatırlıyordu. O hayatta kahkahalar vardı, ama kendi içinde hep bir boşluk hissetmişti. Sonra tekrar ileriye baktı; bu defa huzur ve nurla dolu bir yol onu bekliyordu. Derin bir nefes aldı ve titreyen bir sesle, “Şehadet ediyorum,” dedi. Ardından kelime-i şehadet getirerek Allah’a ve Peygamberine iman etti.
Bu an, Brad için hayatının dönüm noktasıydı. Gözleri doldu ve kontrolsüz bir şekilde ağlamaya başladı. Ama o tanıdık kahkahalar da yine ortaya çıktı. Ağlarken bir yandan kahkahalar atıyordu. Bu, içindeki tüm huzursuzluğun dışarı çıkışıydı. Yıllardır içinde biriken boşluk, sanki yerini rahmete ve huzura bırakmıştı. İlk kez gerçekten özgür hissediyordu.
Brad, medreseden ayrıldıktan sonra Kerim ile irtibatını asla koparmadı. Ondan öğrenmeye, hayatını anlamlı bir şekilde yeniden inşa etmeye devam etti. Palyaçoluk mesleğini tamamen bıraktı. Artık insanları sadece eğlendirmekle değil, onlara hakikatleri ve huzuru anlatmakla meşguldü. Brad, hayatını daha derin bir anlamla yaşamaya başladı; hem kendini hem de yaratıcısını daha iyi tanımaya çalışarak, huzurla dolu bir yola adım attı.
Bu hikayede geçen karakterler veya konular başka hikayelerde de karşınıza çıkabilir. Daha fazlasını keşfetmek için tıklayın!