Ömer gündüzleri üniversitede okur, akşamları ise bir baklava dükkanında çalışırdı. Bir miktar para alır, aynı zamanda dükkan sahibi yemeğini karşılardı ve ona dükkanın üstünde kalması için izin verirdi. Fakir bir ailenin çocuğuydu, en büyük çocuktu. Köyünden uzaklarda, İstanbul'da okuyordu. Aynı zamanda üstün bir zekaya sahipti.
Geceleri üstün alimlerin kitaplarını okuyarak geçirirdi ve okulda psikoloji bölümünü okuyordu. Tüm amacı batıl psikolojisini ve İslamî bir anlayışı birleştirerek yeni bir sistem kurmaktı. Kendisi de biliyordu ki batıl psikolojisi eksikti. Bu iki dünya bir araya gelmeden psikoloji, yaraya melhemden başka bir şey değildi.
Çünkü biri insanın nasıl işlediğini gösterir, diğeri ise insanın manasını ve hakiki manasını açıklar. Fen bilen kördür, manayı anlamaz; diğeri fensiz topaldır ama Kur'an bastonuna dayanır, manaları bilir ama her şeyi görmez. Mesela hakiki bir alim hem fen hem de tüm İslamî ilimleri bilir, çünkü Kur'an'da birçok mana vardır ki buna fen bilgisi lazımdır.
Ertesi gün sabah otobüs biraz gecikmişti, Ömer okula geç vardı. Konferans salonuna çabucak girdi fakat bunu gören Profesör Emre anlatmasını durdurdu ve Ömer'e seslendi:
"Ömer Bey, bakıyorum bugün bayağı geciktiniz. Evrim teorisinden bahsediyorduk, umarım derslerinizde gecikmeden çalışmışsınızdır?"
Herkes Ömer'e bakıyordu. Zaten profesörün de istediği buydu, onu tam böyle bir zamanda zor durumda bırakmaktı. Ömer'in üstün zekasını fark etmişti, aynı zamanda ne kadar dinine sadık olduğunu da biliyordu ve bunu hazmedemiyordu.
"Evet, çalıştım Hocam," dedi Ömer.
Profesör gülümsedi, şimdi onun tam fırsatıydı.
"Ömer, insanın evrimsel süreci hakkında ne düşünüyorsunuz? Modern bilim bu konuda neler söylüyor? Buyurun, sizi öne alalım."
Ömer sınıfın önüne geçti, herkes heyecanla onu izliyordu. Vereceği cevap acaba neydi?
"İlk önce Hocam, geciktiğim için sizden özür diliyorum. Bu sabah otobüsü bekliyordum. Durakta otobüsü beklerken, etrafta otobüs yoktu. Birden yerdeki metal parçaları bir araya gelmeye başladı. Önce, çeşitli metal levhalar kendi kendine şekil alıp otobüsün kasasını oluşturdular. Daha sonra, tekerlekler etraftaki metal çubuklardan ve lastik parçalarından oluştu, yerlerine yerleşti. Motor parçaları, vidalar, dişliler ve pistonlar dağınık haldeydi, bir araya gelip motor bloğunu oluşturdu. Bu parçalar kendiliğinden yerleşti ve motoru oluşturdu."
Profesörün rengi atmıştı ve yüzü kıpkırmızı oldu ama Ömer’i dinlemeye devam ediyordu. Ömer devam etti:
"İnanılmaz bir şekilde, elektrik kabloları kendi kendine yerleşti, koltuklar oluştu ve direksiyon bile kendiliğinden yerleşti. Tüm bu işlemler gerçekleşirken, hiçbir insan müdahalesi olmadı. Otobüs bir anda çalışmaya başladı ve beni durağa getirdi."
Profesör elini masaya vurdu. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Bu ne saçmalık!"
Ömer, profesöre gülümsedi.
"Sayın Hocam, sanırım sorunuzun cevabı kendi ağzınızdan çıktı. Siz bir otobüsün kendiliğinden oluşamayacağını söylüyorsunuz ve ne kadar saçma olduğunu belirtiyorsunuz. Peki, şu koca kainattaki sayısız varlıkların kendiliğinden oluşması sizce saçma olmaz mı? Bu varlıkların var olması için ilim, irade ve kudret gerekmez mi? Bütün kainat gördüğünüz gibi bir düzen içinde ve hepsi de birbirini denkleştiriyor."
Profesör heybetli bir şekilde ayağa kalktı.
"Bana göklerden gelen kitaplardan konuşma, mantıkla konuş."
Ömer tekrar gülümsedi.
"Peki Hocam, mantıkla konuşalım. Size bir soru soracağım: Bal arısı nasıl bal yapar?"
Profesör bir an durakladı ve düşündü, sonra cevabını verdi.
"İçgüdüsüyle, fakat bununla nereye varmak istediğini anlamıyorum," dedi.
Ömer yine soru sordu.
"Peki Hocam, içgüdü diyorsunuz. O zaman yine bir soru sorayım: Otobüsle başladık, otobüsle devam edelim. Tanımadığım bir şehre otobüsle iniyorum ve ilk karşılaştığım kişiye üniversiteyi soruyorum, nerede diye. Bu kişi de hemen alışveriş merkezinin yanında diyor. Peki, alışveriş merkezi nerede diyorum, o da üniversitenin yanında diyor. Sizce bu şekilde bir şey öğrenilmiş olur mu?"
Profesör düşündü ve cevap verdi.
"Hayır ama bir şey anlamadım, ne anlatmak istiyorsun?" dedi.
Ömer cevap verdi:
"Bakın Hocam, bir bilinmeyeni başka bir bilinmeyenle açıklamaya çalışmak bir çıkmazdır. Böyle şeyler mantıkla olmaz."
Profesör cevap veremedi, şaşırdı ve kaldı. Ömer yine devam etti:
"Peki Hocam, farz edelim üniversiteye vardık ve şu koca bina yapılmamış olsun. Bütün malzemeler hazır, tesadüfen bir senede olması mı mantıklı yoksa yüz yılda olması mı mantıklı? Zaman geçtikçe malzemeler çürümez mi?
Farkındaysanız tesadüfen dedim, daha bunu düşünen ve inşa edenleri söylemedim. Her bir malzeme belirli ölçü ister, her duvarın ve direklerin belirli bir ölçüsü var. Her şey bir hesaba dayanıyor. Tekrar ilim, irade ve kudret gerekir."
Profesör tekrar düşündü ama bu sefer nefsi ağır bastı ve karşılık verdi.
"Bu bina ile insanın matematikle ne alakası var?" dedi.
Ömer tekrar cevap verdi:
"Hocam, çok alakası var. Bakın, madem matematik dedik, o zaman siz de biliyorsunuz ki matematikte bir kural var: Birçok çizgi aynı noktada kesişebilir, iki nokta bir çizgi oluşturur ve üç nokta bir düzlem oluşturur. Bakın Hocam, alnınızdaki, burnunuzdaki ve elmacık kemiklerinizdeki bu üç sert kemik arasında gözün bu şekilde yer alması sence tesadüf mü?"
Profesör iyice düşünmeye başladı, cevap veremiyordu artık ve Ömer devam etti. Son darbeyi hocanın kalbine vuracaktı. Bu darbe, onun gönlünü incitmek değil bilakis uyandırmak için iman tohumlarıydı. Yalnız hidayet Allah'tandı.
"Hocam, matematiğe girdik, son olarak matematikten bahsedeceğim ve konuyu mantığa bağlayacağım. Eğer sıfırın önüne bir koyarsak, o zaman o bir değerlenir ama sıfırı birin önüne koyarsak, o zaman sıfırın değeri artmaz.
Biz de hocam, dünyayı ilk planda koyarsak ve bu hakikatleri anlamazsak o zaman değersiz oluruz. Ama dünyayı bir sonraya atarsak ve Cenab-ı Allah'ı hayatımızda birinci edersek, o zaman değerli oluruz. İnsan oğlu çok önemli bir varlıktır.
Hocam, bakın, tüm insanları çıkarsak ve diğer varlıkları geride bırakırsak dünya devam eder ama tüm varlıkları çıkarıp insan oğlunu sadece bırakırsak hayat biter. Bu şunu gösteriyor: Tüm varlıklar insan oğlu için yaratılmış. O zaman bizim kainattaki yerimiz nedir ve görevimiz nedir?"
Profesör artık cevap veremez ve derin düşüncelere dalmıştı. Bütün öğrenciler ayağa kalkıp Ömer'i alkışladılar. Profesörün son sözü şu olmuştu:
"Ders bitmiştir."
Belirli bir zaman sonra Ömer'in bu konuşması birçok talebenin ilgisini çekti ve ısrar eden talebelerle Ömer sohbetler düzenlemeye başladı. Belirli bir zaman sonra, gururunu ve enaniyetini bir tarafa atan profesör de gün geldi, Ömer'in sohbetlerine katıldı.